Ekonomik krizin ardındaki 3 gerçek!

Dr. Uygar ÖZESMİ
Dr. Uygar ÖZESMİ uygar@good4trust.org

Birinci gerçek: Büyüme Ekonomisi, insan odaklı, doğanın ve insanın refahını gözeten bir kalkınmaya dayalı ekonomik model yerine, sürekli ekonominin hacmini büyütmeye yönelik bir ekonomi insan ve doğa sömürüsü anlayışı üzerinde yükselir. Bu anlayış sözde ekonomiyi büyütecek, hacmi arttıracak doğadan çalınmış ve geri verilmeyecek çimento, bina, maden, metal, su, hava ve hepsini çıkaracak, üretecek, ve üstelik çevirmek için gerekli kömürü yerin altından kapkara kesilmiş yüzleriyle çıkaracak işçiye ihtiyaç vardır. Bir başat örnek inşaat sektörü. Bir süre istihdam oranlarında artış sağlayarak büyüme yaratır. Sonra talep hızla düşerken, büyüme balonu sönerken işini kaybedenler sosyal sorunlar yaratır, inşaatların neden olduğu seller ekonomik kayıplara neden olur, yatırım ortamı ortadan kalkar.

İkinci gerçek: Kâr maksimizasyonu, neden, neyle, neyi, kimin için ürettiğine değil sadece günün sonunda dağıttığı kâra bakar. Yatırımcılar veya sana kredi verenler, verme veya vermeme kararını buna göre verir. Bir şirketi büyütüp hangi kârlılık seviyesine çıkarırsın, hissedarlarına ne kadar kâr dağıtırsın diye bakar. Masrafl arını, yani doğaya ve insana olan zararını ne kadar dışsallaştırabilirsen o kadar kârını maksimize edersin. Kredilendirme ve yatırımlarda konulan uluslararası çevresel, sosyal ve yönetişim standartlarına riayet etmezsin veya eder gözükürsün. Bu kârı elde ederken oyunun kuralını bozma diye binlerce sayfa mevzuat ve yüzlerce denetim mekanizması vardır zaten.

Üçüncü gerçek: Tüketim Ekonomisi, arzu ve öğretilmiş itibar göstergelerini temel alan satın aldırmaya ve sonra değiştirmeye daha doğrusu atmaya yönelik bir döngüyü sağlamaya yönelik sistem kurar. Bu girdap dönerken bir yandan doğayı öte yandan girdaba kapılan insanları tüketir. Kitleler borç içinde yüzen kölelere dönüşür.

Ve bu üç gerçek birbirini besleyerek doğa ve insanın, dolayısıyla ekonominin tükenişini hızlandırır. Bugün yaşanan ne dış mihrakların eseri, ne dış borçlanmanın, ne cari açığın sonucu… Ne de demokrasi ve akrabaları üst düzey görevlere tayin meselesi. Açık ve net olarak bu mesele bu üç gerçekliğin, yani mevcut ekonomik anlayışın kaçınılmaz sonucu.

Olan oldu… Bu krizden nasıl çıkacağız? Formülü aynen neden olan gerçekler kadar açık ve anlaşılır. Öncelikle bu durumun gerçek bir dönüşüm için fevkalade fırsat yarattığını söyleyelim.
Elimizde artık alım gücü inanılmaz düşmüş bir Türk Lirası var… Enfl asyon artacak, ithalat azalacak, ihracat fırsatı artacak. İhracata yönelik Türk Lirası üzerinden kredilendirme ve yatırım artacak. Buna bağlı olarak ekonomik büyüme artacak. Türk lirası yeniden güçlenmeye başlayacak…

Haydaa... Girdik mi aynı çarka? Hani krizden çıkıyorduk? Peki bir daha deneyelim…
Elimizde artık alım gücü inanılmaz düşmüş bir Türk Lirası var… Artık itibara ve arzuya dayanan tüketim yerine, tamamen ihtiyaca yönelik alımlar yapalım, para biriktirelim. Bu durumda yatırımcıya ve hissedara hızlıca ve çokça para kazandırmak neredeyse imkansız olacak. Bu nedenle kâr maksimizasyonu değil kâr optimizasyonu yapalım. Üç gerçeğin etkisinde, büyüme saplantısı ve kâr maksimizasyonu yüzünden çökmüş işletmeleri şimdilik boş verelim. Biz öncelikle gerçek bir ihtiyacı karşılayarak ve fayda sağlayarak hayatta kalan küçük işletmelere odaklanalım ve biriken parayı buraya yatıralım. Neyi neden, neyle, nasıl, kimin için ürettiğinin farkında olan, doğaya ve insana en az zarar veren, hatta fayda sağlayan işletmeleri destekleyelim. İthalatı sadece mecbur olduklarımızla sınırlandıralım. Bütün üretimlerimizi dışsallaştırma yapmadan döngüsel ekonomiler üzerinden kuralım. Artık bütün atıklar hammadde olsun. Gerekli büyük ve karmaşık üretimler için endüstriyel ekosistemler veya endüstri kümelenmeleri dediğimiz yapıları kurup, ithalatı minimize edelim. Küçük, büyük bütün işletmelerin kümelenme ve ekosistem oluşturmaları için gerekli yapıların kurulmasında devlet teşviklerini harekete geçirelim. Kendi kullanımlarımız öncelikli olmak üzere ihracata yönelik bir endüstri kuralım… Milli hele de kömüre dayalı bir ekonomi değil, tam anlamıyla yerli, şehir şehir yerli, her bir kentsel ve endüstriyel yerleşimin ihtiyaçlarına göre yenilenebilir enerjiye dayalı bir ekonomi kuralım.

Bu ekonomi zor değil, mümkün… Biz mikro ölçekte modelini kurduk, işletiyoruz. İçinde 63 küçük işletme ve 10 binin üzerinde türetici vatandaşımız var. Adına “Türetim Ekonomisi” diyoruz, yani olmayacak duaya amin demiyoruz.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Seçimler mi? Yoksa... 20 Haziran 2018