Juche

Osman Ata ATAÇ İŞLETMECİLİK SOHBETLERİ oaatac@gmail.com

Bugün milli, yerli ve katma değeri yüksek üretimden bahsedeceğim. Biliyorum bir çoğumuzun aklı önümüzdeki 12 ayda. En son düşündüğünüz şey orta ve uzun vadede olabilecek bir şey olan yerli, milli ve katma değeri yüksek sanayi. Olsun belki vesile olur da kısa bir süre de olsa başka bir şey düşünürsünüz. Söylemek istediğim şeyin özeti kısa: Mutlaka ihtiyacımız olduğuna inandığımız ‘yerli, milli ve katma değeri yüksek’ ekonomi derken çoğu kez neden bahsettiğimizin farkında olduğumuza pek inanmıyorum.

Bakın anlatmaya çalışayım. Bizde yerli ve milli denince ülkemizde üretilen ve dışarıdan satın aldığımız girdilerin az olduğu üretim gelir. Katma değeri yüksek üretim deyince de akla domates gelmez araba, televizyon veya diğer sanayi ürünleri gelir. falan gelir. Bunların ikisi de tam doğru tanımlar değillerdir. Bu tanıma uygun ekonomik politika izleyen bir Kuzey Kore diye bildiğimiz Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti vardır. Pek popüler bir ziyaret noktası olmadığı için bu kapalı ülkeyi pek kimse ziyaret edip de inceleme fırsatı bulamamıştır. Birleşmiş Milletler'de (BM) görevliyken DPRK’ya iki kere gidip onar gün kalmıştım. Bir başka zaman orada ne yaptığımı anlatırım.

Kuzey Kore’ye gidince orada bir kavram ve bir ismi çabucak öğrenirsiniz: Juche ve Kim İl-sung. Ülkenin resmi felsefesi olan ‘juche (Türkçe joçay şeklinde telaffuz edilebilir) ve aşağı yukarı ‘kendine yeterlilik’ olarak tercüme edilebilecek bir sözcüktür. Her fırsatta size anlatırlar. Özellikle Batılılar tarafından Marksist bir kavram olarak anlatılan juche, aslında geçen yüzyılda Japon, Amerikan, Çin ve Rus emperyalizmi altında horlanan ve ezilen Kore’nin milliyetçi bir reaksiyondur ve köklerini Marksist felsefeden olduğu kadar Konfüçyüs’ün öğretilerinden de alır.

Bu felsefeye göre Kuzey Kore kendi kaynakları ve gücüyle geçinen efsane liderlerin önderliğinde dünyadan ayrılan bir ülke olmalıdır. Kim İl-sung tarafından 1950’li yıllarda ortaya atılan bu felsefe 1960’lı yılların ortasında yine Kim İl-sung tarafından (1). Siyasi bağımsızlık; (2). Ekonomik kendine yeterlilik ve (3). Milli savunmada sadece kendi kaynaklarına dayanma olarak sıralanan üç ilkeyle detaylandırılmıştı.

Bu ilkeler genel anlamlarıyla bize (ve bir çok kalkınmakta olan ülkeye) yabancı gelmeyecektir. Yabancı gelmediği gibi bir anlamda beğeni de toplayabilir. Tamamen ülke içinde, neredeyse tamamen ülkeden temin edilen girdilerle üretilmiş ürünler üretmeye yönelik bir felsefe olan juche yapılması olanaksız bir ütopyanın peşinde olduğu için Kuzey Kore juche felsefesiyle nükleer silah üretiminden başka bir alanda övünülecek bir şey yapamadı. Sanayi devrimlerinin hiç birini yakalayamadı. Konumuz dışı olduğu için nükleer silah imalatı ve fırlatma teknolojilerini nasıl ürettiklerine değinmiyorum ancak herkesin Çin’den alındığını sandığı roket ve nükleer teknoloji Kuzey Kore’ye aslında Ukrayna’dan bir kısmı da isterseniz araştırın Mısır yoluyla ABD’den gelmiştir.

Bize yerli ve milli sanayi anlayışı hiç bir zaman juche derecesinde bir katılıkla ittirilmedi. İyi kötü bir milli sanayimiz var ama bu sefer de ‘katma değeri yüksek’ milli ürünümüz yok diye şikayetçiyiz. Senelerce izlediğimiz ithal ikamesi politikalarıyla 1., 2. ve 3. sanayi devrimlerini yakalayamayıp, 1990’dan sonra içine cumba atladığımız ‘liberal’ ekonomi stratejisiyle de beş yüz milyar doları aşkın borca rağmen 4. Sanayi devrimini ıskaladık. Bu işlerden biraz anlayan kime sorsanız ‘katma değeri yüksek’ ürünümüzün de pek olmadığını size söylerler. Ancak kimler olduğunu tahmin edebileceğiniz bazı yazarlar “Ne demek efendim? Yerli ve milli ve katma değeri yüksek ürünlerimiz vardır maşallah daha da artacak inşallah” diyerek itiraz ediyorlar ve “Helikopter, tank, uçak gemisi yapıyoruz. Daha ne olsun?” diye soruyorlar.

Gerçekten de ülkemiz helikopter imal ediyor. Herhalde duymuşsunuzdur. İmal etmekle kalmıyor ihraç etmeye uğraşıyor. TRT Haber 25 Mayıs 2018 tarihinde “Milli imkanlarla üretilen T129 ATAK Helikopteri sahadaki başarısına ihracatı da ekledi. Pakistan ile 30 Atak helikopterine ilişkin satış sözleşmesinin imzaları atıldı” şeklinde bir manşet atmıştı. Benim bildiğim kadarıyla ATAK İtalyanlar tarafından yapılmış A-129 modelinin T-129 olarak yeniden tasarlanmış hali. Motor ise ABD imalatı. Türkiye sadece silahlarını yapıyor. Yine bildiğim kadarıyla milli tankımız denilen Altay'ın teknik desteği Kore’den motoru ise Alman MTU. 15 Ekim 2015 tarihinde Sabah Gazetesi okurlarına şu haberi manşetten sunmuştu: Yüzen ordumuz dünyayı korkuttu. Büyüyen Türkiye'yi hazmedemeyen dünya, ilk milli savaş gemimizi görünce tokat yemişe döndü. Psikolojik mücadele başladı. ABD ve İngiliz medyası, 'dengeler değişecek' diye korkuya kapıldı. Benim bildiğim kadarıyla bu geminin imalatı İspanyolların Navantia firmasıyla yapılan bir anlaşma çatısı altında yürütülüyor. Tasarım yine İspanyollara ait. Juan Carlos isimli LPD gemisinin tasarımı. Anlaşılan bu konuda Amerikalılar ve İngilizlerin korkuları haklı ancak İspanyolların korkması için bir neden yok.

Bunları neden yazıyorum. Yanlış oldukları için değil. Ülke çapında hiç bir şeyi tamamen kendiniz yapamazsınız. Neyi nerede ürettiğiniz de o kadar önemli değildir. Domates bile %100 yerli ve milli olamaz. Domatesin tohumu, ekimi, böcek ve hastalıktan koruma, sulama, toplama, depolama, nakliye ve tüm bu safhalarda kullanılan fiziki tesis, cihaz, alet ve makinaların tamamını %100 ‘yerli ve milli’. Bir kısmını satın alacaksınız. Tedarikçileriniz de bunların bir kısmını içerden ve dışardan başkalarından alacaklar. En milli ve yerli domatesiniz bile bu açıdan bakınca ne o kadar yerlidir ne de millidir. Yani, mutlaka bir yerlerden bir şeyler alacaksınız.

‘Milli ve katma değeri yüksek ürün’ ülkede yapılan ve girdilerinin büyük kısmı yerli olan üründür tanımı doğru değildir. Ancak ellerinde katma değeri yüksek milli ürünün bir tanımı bile olmamasına rağmen bunun iyi bir şey olduğuna inanmış bir sürü yazar çizer neredeyse Kim İl-sungvari bir yerli-milli sanayi edebiyatı geliştirir.

Bir kere katma değer bir ürünü meydana getirmek için başkalarından satın alınan şeylerin bedeli düşüldükten sonra geriye kalan miktardır. Bu nedenle katma değerin onda-dokuzunu emek oluşturur. Yani bir ürünün üretiminde ne kadar çok yüksek ücretli eleman çalışırsa katma değer o kadar yüksek olur. İşte işin püf noktası da burası. Bunun iyi anlaşılması gerekir. Yani katma değer büyük oranda ürünün üretiminde çalışanlara ödenen ücretten oluşur. Geriye kalan kira ve faiz ödemeleri, ve kardır. Yani katma değerin onda dokuzu ücretlerdir.

Bizde ithal girdiler demir çelikte yüzde 76.8; gıda ve içkide yüzde 66.2; elektrikli makinelerde yüzde 63.8; pişmiş kil ve çimento gereçlerinde yüzde 62.9; orman ürünlerinde yüzde 61, lastik sektöründe yüzde 60.2, elektronikte yüzde 59.8, madeni eşyada yüzde 59; makine imalatında yüzde 53.7; deri ve köselede yüzde 53.6, dokuma ve giyimde yüzde 52.5, mesleki ve optik cihazlarda yüzde 45.7, kağıtta yüzde 43, kimyada yüzde 42.7 ve en düşük seramikte yüzde 28.6 düzeyindedir(1). Bu sanayilerde ücretlerden oluşan katma değerleri hesaplayın.

Bence ülkeleri yönetenlerin ve yönetmek isteyenlerin, yani iktidar ve muhalefetin oturup bazı konularda asgari müştereklerde anlaşmaları şart. Nasıl iktidar ve muhalefet hastalığa karşı aşı yapılmasının gerekliliğini tartışmıyorlar ve iktidara kim gelirse gelsin bu konudaki politika ve uygulamalar değişmiyor, ekonomik politikalar da öyle olmalıdır. Katma değeri yüksek istiyorsak yüksek ücretli personel kullanan sanayilere eğileceğiz. Yerli ve milli deyince bu katma değerin ülke içinde kaldığı sanayilere yoğunlaşacağız. Mal nerede yapılıyor, girdiler içeriden mi dışarıdan mı geliyor şeklinde juche çerçevesinde düşünmeyeceğiz. Bakacağız Konya kadar Hollanda nasıl Dünyanın mutfağı oldu? Domates nasıl katma değeri yüksek ürün haline geldi, küçücük ülke klasik tarım ürünlerinden nasıl muazzam bir servet kazanıyor? Devlet bu servet yaratımına nasıl yardım ediyor? Yaratılan servet nasıl dağıtılıyor öğrenip, anlaşıp kendimizi kandırmaktan vaz geçmemiz gerekiyor. Katma değer emek fiyatıyla ölçüldüğüne göre pahalı emeği nasıl elde edeceğimizi, nasıl ve nerede kullanacağımızı kararlaştırıp ona göre orta ve uzun vade planlarımızı yapmalıyız.

Sağlıcakla kalın

-----------
(1) Osman Ata Ataç, 14 Temmuz 2014, Dünya Gazetesi

Tüm yazılarını göster