Türkiye’de güven çöktü (mü?)

Tuğrul BELLİ
Tuğrul BELLİ GÜNDEM tugrulbelli@gmail.com

Haftabaşında yayınlanan ‘ekonomik güven endeksi’ aylık bazda yüzde 24.1 gibi çok yüksek oranda bir düşüş göstermiş bulunuyor. Bu aynı zamanda bu endeksin yayınlanmaya başladığı 2012 yılından beri görülen en yüksek düşüş oranı ve geldiği en düşük 2. seviye. Şimdi bu ‘Türkiye’de ekonomik güvenin çöktüğü’ anlamına mı geliyor? Hayır, pek öyle değil. Bunun böyle olmamasının hem teknik, hem de temel sebepleri var.

Ekonomik güven endeksi, tüketici güven göstergesi ile mevsim etkilerinden arındırılmış reel kesim imalat sanayi, hizmet, perakende ticaret ve inşaat sektörlerine ilişkin 5 farklı güven göstergesinin ağırlıklandırılarak birleştirilmesinden oluşmakta. Normal şartlarda 5 farklı serinin ortalamasından elde edilen bir endeksin varyansının (oynaklığının) endeksi oluşturan serilerin varyansından düşük olması beklenir. Ancak ekonomik güven endeksinde durum böyle değil çünkü endeks hesaplamasında kullanılan serilerin kendi aralarındaki korelasyon da yüksek. (Özellikle 2013 başından itibaren bu durum daha da belirgin.) Yani, genelde örneğin belirli bir ayda reel kesim güven endeksinde bir azalma söz konusu ise tüketici güven endeksi de azalma göstermekte. Bu da toplam endeksteki oynamaların çok daha yüksek olmasına yol açıyor. (Teknik olarak ifade edersek ekonomik güven endeksinin standart sapması 12 iken, diğer endekslerin standart sapmaları 3 civarında.)

Genel makroekonomik (ve siyasal) şartlardaki değişimler güven endekslerini çoklukla aynı yönde etkiliyor. Örneğin, faiz oranlarındaki düşüş hem tüketici güvenini, hem de sektörel güveni artırıcı olacaktır. Ancak sektör spesifik bir gelişme olursa (konut kredilerine kolaylık getirilmesi gibi), doğal olarak, o zaman sadece onunla ilgili endeks (inşaat sektörü güven endeksi) pozitif yönde etkilenecektir.

Son yayınlanan ağustos ayına ilişkin endekste ise reel kesim endeksi ve sektörel endekslerin tümü düşüş gösterirken, sadece tüketici güven endeksi yüzde 11 artış göstermiş. Peki, bu son ay tüketici ile reel kesim endeksleri neden zıt yönde hareket etmiş bulunuyor? Burada endekslerin baz alındığı anketlerin elde edilme takviminin de önemli bir etkisi var. Anketlerin hepsi ayın 1 ve 15’inci günleri arasında tamamlanıyor. Darbe teşebbüsü 15 Temmuz gecesi gerçekleştiği için, bu durumun temmuz ayı endekslerine bir yansıması olmadı. Ağustosta endeks verileri toplanırken ise tüketiciler şokun etkisinden büyük ölçüde kurtulmuştu ve 15 Temmuz akabinde döviz kurlarında meydana gelen artışın tekrar düşüşe geçmiş olmasının rahatlığını yaşıyorlardı. (Tüketici güven endeksi üzerinde en çok etkisi olan makroekonomik değişken döviz kurları! Ne zaman TL yüksek oranda bir değer kaybı yaşasa, tüketicinin güveni düşüyor, ne zaman değer kazansa güveni yerine geliyor. Bu da aslında oldukça anlaşılabilir bir şey.)

Ancak, gelişmelere daha uzun vadeli bakmak zorunda olan reel kesimdekiler ise ağustosta belirsizliklerin tam geçmediğinin, süregelen soruşturmalar sonucunda (belki de iş yaptıkları) bazı şirketlere el konulabileceğinin ve devam eden OHAL şartları altında yatırım ortamının kısa zamanda normalize olmayacağının farkındalar. Bu nedenle, onların görece kötümserliği henüz devam ediyor.

Aynı zamanda, Türkiye oldum olası bir düşük güven (low-trust) toplumudur. Her ne kadar bu önermede bahsi geçen güven endeksleriyle ölçülen güvenden (confidence) farklı, daha çok bireylerin kendi aralarında veya devlet kurumları ile aralarında olan güvense de (eski Türkçe deyimiyle ‘itimat’), her iki tür güvenin de zayıf olduğu ekonomilerde yüksek ve istikrarlı bir büyüme ortamı yaratmak zordur. Tabii ki, sosyolojik bir olgu olan “itimat” anlamındaki güveni artırmak çok daha uzun bir süreç gerektirir.

Son gelişmeler Türkiye’yi ‘itimat’ anlamındaki güvenin de iyice gerilediği bir ortama sürüklemiş bulunuyor. (Özellikle her daim en çok itimat edilen kurum olan ordu ile ilgili önemli bir itimat kaybı olduğu muhakkak.) Ancak, bugün geldiğimiz noktanın aynı zamanda toplumsal birlikteliği güçlendirerek Türkiye’ye aslında önemli bir fırsat penceresi de açmış olduğu kanaatindeyim. Önemli olan yakaladığımız bu konjonktürü bir kere daha kısır ve miyopik iç siyasi çekişmelerle ve kutuplaşma/ kadrolaşma/rant yaratma zihniyetiyle heba etmeyelim. Toplumsal itimatı kısa zamanda güçlendirmenin belki de en önemli kriterinin tam bağımsız, adil ve beynelmilel insan haklarına uygun bir yargı sisteminin tesis edilmesi olduğunu da unutmayalım.

Yazara Ait Diğer Yazılar Tüm Yazılar
Dar bir koridor! 10 Ekim 2019
IMF 4. Madde bildirisi 26 Eylül 2019